DARKWOOD’DA BİR AVRUPALI
Kaynak yazı : Hüseyin AKSAKAL Düzenleme : Atlas MERT
Çizgi romanda İtalyan ekolü denildiğinde 54 yıldır gerek kendi ülkesinde, gerekse Avrupa’nın başka ülkeleri ve Türkiye’de en uzun soluklu eserlerin başında Sergio Bonelli’ nin yarattığı ve Galliano Ferri’ nin çizdiği, Zagor’u gelir. Amerikan tarzına, Avrupa tarzı bir yaklaşım getiren bu çizgi roman kahramanı aynı zamanda birçok farklı tarzın ve kültürün bileşiminden oluşan sentetik bir mit olarak da algılanabilir. Bu yazıda, Zagor mitinin bileşimini, bir fantazya olarak anlamını ve gündelik yaşamın mecburiyetleri arasında kaybolan sıradan insanın düşlerinde nasıl yer tuttuğunu analiz etme girişiminde bulunacağız.
Çizgi roman okurunun Za-gor Te-nay olarak tanıdığı yarı süper kahraman, köken olarak gerçek adı Patrick Wilding olan İrlanda kökenli beyaz Amerikalı bir karakterdir. Zagor, Amerika Birleşik Devletleri’nin kuzeyinde, Darkwood denilen hayali bir ormanda yaşayan Kızılderili kabilelerinin koruyuculuğunu üstlenmektedir. Hayli geniş bir alana yayılan Darkwood’da ve başka bölgelere uzanan maceraları esnasında bulduğu altın parçacıkları temel geçimini oluşturur. Uzun soluklu seyahatler bir yana bırakılırsa—ayakları dışında—yaşadığı bölgedeki sarmaşıklar ve ağaç dalları arasında akrobatik hareketlerle ulaşımını sağlar.
Bir mit karakteri olarak Zagor hamisi olduğu Darkwood bölgesinde yaşayan Kızılderilileri koruma görevini üstlenmiştir. Koruma görevi beraberinde şüphesiz bir tür iktidarı da getirir. Kızılderililerin cehaletinden yararlanarak, birtakım ışık gölge, duman ve barut oyunlarıyla kendisini bölgede ilahi bir varlık olarak kabul ettirmiştir. En azından çizgi romanın temel savı budur.
Ön kısmında bir kartal amblemi taşıyan omuzları fitilli kırmızı bir gömlek, dar bir pantolon ve çizme giyer. Silah olarak bir tarafında bir tabanca, diğer tarafında ise taştan bir balta asılıdır. Zagor mitolojisini bütün olarak ele aldığımızda, Avrupa kökenli yakın dönem tehditlerinden tutun da ta kurgusal Atlantis dönemine, Viking, Antik Yunan, Doğu Avrupa Mitolojisi, hatta Hindistan-Çin kültürlerine dek değişik arka planlar dikkat çeker. Ancak Zagor’un temel mesajları 20. Yüzyılın ortalarından başlamak üzere, bugüne kadar uzanan tarihsel bir perspektife hem uzanır, hem de o perspektiften güç alır.
Zagor miti aynı zamanda gerilim, serüven, fantastik, korku, hatta mizah türleri arasında da belirgin bir ortak küme oluşturur ki, bu satırların yazarına göre karakterin böylesine sevilen bir popüler ikona dönüşmesinin arka planını da bu çok kültürlülük oluşturur. İş bu yazı aynı zamanda Zagor mitinin içinde barındırdığı Avrupa-Amerika, İlahi olan—seküler olan, geleneksel-yenilikçi, vahşi-modern, tarihi-güncel ve doğaüstü-sıradan gibi karşıtlıkları analiz etmeyi amaçlamaktadır.
TARİH VE KURGU
Walter Benjamin, belirli bir destan biçimi üzerine yapılacak her incelemenin, bu biçimin tarih yazımıyla olan ilişkisini ele aldığını belirtir. Benjamin, daha da ileri gidilerek, tarih yazımının zaten bütün destan biçimlerinin sıfır noktası olup olmadığının sorulabileceğini, eğer öyleyse tayftaki renkler karşısında beyaz renk neyse, destan biçimleri karşısında yazılı tarihin de o olduğunu söyler.
Benjamin’in yorumunun sadece geleneksel destan biçimleri için değil, aralarında Zagor mitinin de bulunduğu sentetik mit grubu için de geçerli olduğunu, tarihin bu mit grubunun da sıfır noktası olduğunu varsayabiliriz.
Sergio Bonelli’nin 1960’ta yarattığı, 1961’de yayına başlayan Zagor’un arka planında da yaratıldığı tarihsel dönemin izlerini buluruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği, iki kutuplu bir dünya, soğuk savaş, nükleer silahlanma, bu sosyal ortama ilişkin marjinal akımların giderek güç kazandığı bir ortamı göz önünde bulundurmazsak, Zagor’da özellikle bilim kurgu ve süper suçluların baskın olduğu maceraları doğru değerlendiremeyiz. Şüphesiz Hellingen’in (cihan hakimiyeti için silah ve strateji geliştiren ekstrem nazi bilim adamı imgesi) rol aldığı maceralarda, gündelik yaşamın tüm safhalarını tehdit eden bir kötülük algısının güçlü olduğu soğuk savaş ve nükleer korkuların büyük etkisi vardır. Vampir Baron Rakosi (Sosyalist Blok çağrışımına dikkat) ise kapalı politik blokların yabancı olana duyduğu korkuyu temsil eder. Bizatihi Zagor’un başka kültürlerin koruyucusu, Amerika’nın kolonyalist, tekleştirici ideolojisine direnen bir rol modeli olarak sergilenmesi dahi, Avrupa’da yaşayan aydınların, bir kısmı ‘Çiçek Çocukları’ tarafından temsil edilen kaygılarının göstergesidir.
Gerçekten de Orson Welles’in “Dünyalar Savaşı” adlı radyo oyununun ABD’de birçok kişinin uzaylı korkusuyla kırsal bölgeye yol açtığı, (Bu temanın benzeri Zagor’da birden fazla defa yer alır) yaygın politik görüşü paylaşmayan kişilere yönelik Mc Carthy-Cadı Avı uygulaması göz önüne alınırsa, politikanın güncel aklın işleyişiyle nasıl yakından ilişkili olduğu da görülebilir. Zagor da dönemin Avrupa politik ortamından nasibini alan popüler ikonlarından biridir.
Bir açıdan ise eser, İtalya özelinde muhalif bir nitelik de sunuyor olabilir.. Genç Patrick Wilding’i Zagor’a dönüştüren yan karakterlerin hepsinin, tıpkı Wilding ailesi gibi İrlanda-İskoç kökenli (Wandering Fitzy ve Sullivanlar) olması, başka türlü olduğu kadar, Bonelli’nin İtalyan şovenizmine karşı bir refleksi olarak da okunabilir.
ZAGOR MİTİ İÇİNDE IRKÇILIK VE ORYANTALİZM Bir yarı süper kahraman sentetik miti içinde Zagor da coğrafi arka planını edindiği Kuzey Amerika kıtası kadar, düşünsel arka planını edindiği Avrupa kıtasının tarihi ve temel yaklaşımlarını da beraberinde getirir. Bu mitos, Haçlı seferlerinden günümüze dek gelen ve son yüzyılların Amerikan geleneği içinde WASP (White Anglo Saxon Person-Beyaz Anglosakson Şahıs) olarak temsil edilen ideolojik modelin diğer etnik unsurlara bakışının özeti sayılabilecek oryantalizm yaklaşımını içinde barındırır.
Bir kere Kızılderili toplumuna liderlik etmek İrlanda kökenli bir WASP’a düşmektedir. Babası bir Kızılderili soykırım zanlısı olan Zagor (nam-ı diğer Patrick Wilding) egemenlik alanındaki Kızılderili gruplarının tüm gelenek, görenek, lisan ve yaşam tarzlarını tüm ayrıntılarıyla bilirken, bu Kızılderililer Baltalı İlah’ın, kendilerinin gözlerini boyamak için çevirdiği ufak dalavereleri nadiren sorgularlar, her sorgulama da Zagor tarafından şiddet yoluyla cezalandırılır. Bu yaklaşım bir beyazı Kızılderililerin üstüne koymasından ötürü (bilinçli veya bilinçsiz) hem ırkçı, hem de oryantalist bir bakış açısıdır.
Esasen, Zagor karakteri yaşamının her evresinde kayıtsız şartsız bir Kızılderili koruyucusu da değildir. Babasının soykırıma tabi tuttuğu Algonkin kabilesini cezalandırdığı hayat hikâyesi kesiti bunun bir örneğidir. Yankı Vadisi’nde Avrupalı asilzadeleri korumak için Kış Yılanı’nın Kiowalarını öldürdüğü olay ise başka bir boyuta dikkat çekiyor. Kimi maceralarda Kızılderilileri korumak için beyazlara cephe alan, hatta öldürebilen Zagor, söz konusu olan Avrupalı siviller olduğunda Kızılderilileri öldürmekten imtina etmez. Bu olayda haksız olan açıkça soylu beyazlar olmasına rağmen, onları korumak için mücadele eder ve gerekçesi de hiç de ikna edici değildir. Bu da temel itibarıyla ırkçı bir yaklaşımın göstergesi kabul edilse gerek. (Wichita Dağlarında Hesaplaşma macerasında, yüzde yüz Kızılderililerin safını tutar ama böyleyken bile iyi beyaz-kötü beyaz ayrımını yapmaktan geri kalmaz) Zagor miti içinde kızıl tenli ahali, kimi olumlu niteliklerine karşın, beyazların kültürü ve ağır silah gücü karşısında mağlubiyeti peşinen belli, (aradan geçen iki yüz yıla yakın sürede de bu netice kesinleşmiştir) sosyal darwinizmin mağdur kavimlerinden biri görünümüyle de oryantalist bakış açısını perçinler.
Aynı çerçevede oryantalist bakışın tek mağduru Kızılderililer de değildir. Zenciler, sarı ırktan olanlar, hatta WASP geleneği dışında kalan diğer Avrupalı etnik gruplar(ki bunların başında Çiko gelir) Zagor’un astı muamelesi görür. Bu durumu yargılamak yerine, karakterin ortaya çıkışının, ırksal backround’ların kültür üretiminde önemli olduğuna dair varsayımların bilim çevrelerinde büyük oranda genel kabul gördüğü, Avrupalı Beyazların insanlığın şahikası olduğunu ispatlamak için bilim üretilen bir dönemin son günlerine denk geldiğini de unutmamak gerek.
NEDEN YARI, NEDEN SÜPER ? Esasen, şu ana kadar anlatılanlar da Zagor’un bir Avrupa (yarı) süper kahraman projesi olduğunu gözler önüne seriyor. Yarı süper kahraman, çünkü Avrupa çizgi roman ekolü, neredeyse tanrısal güçleri bünyesinde barındıran Süperman tarzı süper kahramanları rasyonel bulmaz. Avrupa çizgi roman geleneğinde pek az rastlanan taytlı-sembolik kılık ve donanımı ise Yarı Süper Kahraman modelinin ‘Süper’ kısmını gözler önüne seriyor. Ortasında bir daire içinde bir kartal amblemi bulunan, bedeninin çizgilerini gösteren, omuzdan püsküllü kırmızı gömlek, dönemin Avrupa’sı kadar Amerika’sı için de hayli sıra dışı. Dar pantolon, uzun konçlu çizmeler, çıplak kollar hep Amerikan tarzı bir süper kahramana işaret ediyor.
Yine de Zagor’un üstün atletik performansı bir yana bırakılırsa süper güçleri yok. Bu açıdan, Beowulf, Siegfried gibi Avrupa destanlarının kahramanları ile pek çok ortak yönü de ‘Avrupalı’ sıfatını perçinleyecek nitelikte. Bir ülkenin/bölgenin/halkın koruyucusu niteliği ise onu Kral Arthur efsanesi ile yaklaştırır ki, bu da aynı sıfatı daha da vurgular. Kaldı ki, Bonelli’nin karaktere verdiği orijinal ismin Sophokles’in karakterlerinden Aias’a öykünme suretiyle Ajax olarak düşünülmüş olması da bu savı destekler niteliktedir. Bu Avrupalı karakterlerin Nietzsche’nin Übermensch (Üstinsan) kavramının 20. Yüzyılın ırkçı yorumlarına da kaynak oluşturduğu akla getirilirse, bu durum daha farklı bir anlam da kazanabilir. Donanıma gelince, yukarıda anılan karşıtlıklardan hem Vahşi-Modern, hem de geleneksel-yenilikçi karşıtlığının çarpıcı bir örneğini sunar. Aslen fiziksel alemde Zagor’un varoluşu için sıkıntı yaratabilecek birtakım ayrıntılar da vardır bu donanımda.
Yuvarlak bir taşa ahşap sap takmak suretiyle imal edilmiş bir yontma taş devri baltası ile dönemin son model bir tabancasından ibarettir bu silahlar. Bazı yorumcular balta metaforunun bir cinsel sapmaya işaret ettiği imasında bulunsa da, daha ziyade vahşi-modern, beyaz-kızılderili alaşımını oluşturan sembolik bir unsurdur bu. Taş balta Kızılderililer için günlük yaşamın bir parçasıyken, tabanca üstün bir gücün (işte yine beyaz üstünlüğüne geldik) sembolüdür. Bir başka karşıtlık ise Zagor-Çiko karşıtlığında cisimleşen Sıradan-Doğaüstü karşıtlığıdır. Bir İspanyol soylusu olarak tasvir edilen Çiko, sıradanlığıyla; günahkar bir askerin oğlu olan Patrick Wilding ise yarı ilahi bir varlık olarak natürel bir asaleti simgeler
ÇİKO’NUN FANTAZYASI OLARAK ZAGOR MİTİ Ünlü Mit uzmanı Mütevvefa Mircea Eliade, Çizgi romanların psikanalitik kökleri hakkında görüşlerini aktarırken şöyle diyor: “Fantastik bir anlatı kişisi olan Süperman, özellikle çifte kimliği sayesinde son derece popüler bir duruma gelmiştir. Felaket sonucu yok olmuş bir gezegenden yeryüzüne gelen ve olağanüstü güçlerle donanmış olan Süperman, Dünya’da alçakgönüllü bir gazeteci olan Clark Kent’in görünümünde yaşar. Çekingendir, siliktir, iş arkadaşı Louis Lane’nin etkisi altındadır
Süperman (Neredeyse tüm süper kahraman mitleri için de geçerlidir bu. H.A) miti, Tanrı’nın sevgisini yitirdiğini ve gücünün sınırlandığını bilen, günün birinde ‘eşsiz bir kişi’, ‘bir kahraman’ olarak kendini göstereceğini hayal eden modern insanın gizli özlemlerini karşılar.” Eliade’nin belirttiği üzere nasıl Süperman, Clark Kent’in fantazyasıysa, Zagor da Çiko’nun fantazyasıdır. Başka bir deyişle, Çiko’nun öykündüğü Übermensch’in ete kemiğe bürünmüş halidir Zagor.
Çiko, Zagor miti içinde yaşadığımız dünyadan, korkan, hile yapan, yalan söyleyen, yine de sıradan insanlar gibi seven, sıradan insanlar gibi risk alan, her açıdan sıradan insanı (ve de onunla aynı fantazyayı paylaşan okuru) temsil eder. Ayrıca Çiko, Felipe Cayetano Lopez Martinez Gonzales vb… sıradan insanların değişik niteliklerini taşıyan, bazı spesifik maceralar dışında Zagor’un pek az kaale aldığı birçok anlatı karakteriyle yakın ilişki içindedir. Trampy ile dalavereler çevirir, Postacı Drunky Duck ile kavga eder, Kazmakürek Bill ile zenginlik peşine düşer vb… Bunlar ve anlatıda aynı fonksiyonu üstlenen başka karakterlerin asıl ilişkisi Zagor ile değil, Çiko iledir.
Çiko’nun evreni, bir yönüyle arızalı karakterlerle doludur. Bu açıdan bakıldığı zaman, Zagor da bu karakterlerden sadece biridir. Çiko’nun serüvenlerinin bağımsız olarak anlatıldığı bir serinin de yayınlandığına bakılırsa, bu iddia temelsiz değildir. Dahası bir miktar rafine okurlar, maceralar esnasında Zagor ile özdeşleşmenin, Çiko ile özdeşleşmekten daha zor olduğunu, ortalama bir Avrupalının izafet çerçevesinin Zagor’dan ziyade Çiko ile özdeşleştiğini görür.
Zira Zagor, sıradan insanın olamayacağı, yine de ne yaptığını görmek istediği bir rol modeli, bir fantazyadır. Bu fantazyayı da çoğu zaman Çiko’nun gözünden algılarız. Başka türlü intikam uğruna Algonkin kabilesinin köküne incir suyu döken genç Patrick Wilding’i (yasalar önünde yargılanıp aklanmadan) daha sonra Kızılderililerin koruyucusu olarak nasıl kabul edebilirdik? Kızılderili şefler toplantılarında yarı ilahi bir iktidar kurmasını sağlayan sahtekârlıkları nasıl mazur görebilirdik? Zagor’u böyle kabul ettik çünkü Çiko’nun şahsında cisimleşen sıradan insan, Baltalı İlah’ın niyetlerinin temiz olduğuna inanmakta, onunla birlikte okur olarak biz de inanmaktayız.
SONUÇ
Destan okur-dinleyicisi, destandaki karakter ve varlıkların mümkün olabildiği bir evreni peşinen kabul eder. Yani destanın izafet çerçevesi ve okurun izafet çerçevesi ortak bir zemin üzerinde buluşur. Bu buluşma gerçekleştiğinde, o izafet çerçevesi içinde gerçekleşen doğaüstü olaylar, pozitif ilmin kabul ettiği evrende suyun yüz derecede kaynaması kadar olağandır.
Tek bir piyade erinin tam donanımlı bir savaş tankını imha edebilme ihtimali çok düşüktür ama muhayyilemiz buna kapısını açık tutar. Bunun Beowulf’un güçlü canavar Grendel’i öldürmesi ihtimali karşısındaki destan okuru-dinleyicisinin tutumundan ne farkı var? İşte Zagor’un maceralarını olanaklı kabul etmemizi sağlayan bu destan-mit olgusunun izafet çerçevesini peşinen kabul etme eğilimimizdir. Gerisini ise özdeşleşme mekanizmalarımız kendiliğinden tamamlar. Mircea Eliade bu durumu “Farkında olmaksızın gerçekleşen bir yansıtma ve özdeşleştirme süreciyle okur, gizeme ve olaylara katılır, paradigmatik, yani tehlikeli ve ‘Kahramanlara özgü’ bir eyleme kişisel olarak sürüklendiği duygusuna kapılır.” diye tanımlıyor.
Gerek öykü anlatıcısının yaşadığı ülke olan İtalya, gerekse öykünün kurmaca arka planının bulunduğu Amerika’ya yabancı Türk okurunun da aynı bakış açısında olduğunu söylememiz gerek. Artık orta yaşların sonlarına ulaşan ilk Zagor okurları, ebeveynlerin tabu olarak gördüğü çizgi romanları ders kitaplarının arasına koyarak okurdu. O dönemde ÇR okuru büyük ölçüde çocuklar ve yeniyetmelerden oluşuyordu. Bu okur profilinin özdeşleşmek için Kızılderilileri değil, beyaz ırktan olanları tercih etmesine şaşmamak gerek. (Çocukların eskiden savaş oyunu oynarken, ‘Türkler Kızılderililere Karşı’ temasını kullandığını hatırlayanlar olacaktır)
Biraz daha büyükçe, yavaştan politize olmuş Türk okurlar söz konusu olduğunda da özdeşleşme süreci farklı bir mekanizma üzerinden işler. Soğuk savaş döneminde Amerikan ve Nato karşıtlığı akımlarının hayli taraftar bulduğu göz önüne alınırsa, beyaz Amerikalıların yok olma noktasına getirdiği Kızılderilileri koruyan bir beyazın daha da sempati toplayacağı aşikârdır.
Ayrıca kurgu içindeki tutarsızlıkların bir eserin seviyesindeki düşüklüğe yormak acelecilik olacaktır. Belki de tam tersi doğrudur. Yani en olanaksız olana inanmamızı sağlayan bir kurgucu, olanaklı olanın prangaları içindeki kurgucuya göre daha mı başarısız sayılmalıdır? Sadece reel düzlemde olanaklı olabilen öyküleri kutsayacaksak, hayal gücümüz ne işe yarayacak?
Lyon Sprague De Camp, bu konuya “Doğuştan öykü anlatıcı olan ve olmayan yazarlar arasındaki fark, yüzen ve yüzmeyen bir kayık arasındaki farka benzer. Eğer yazarda bu nitelik varsa, diğer hatalarını bağışlayabiliriz; eğer yoksa başka hiçbir meziyeti onun eksikliğini, bir kayığın üstündeki yaldızlı boya ve cilalı pirincin onun yüzmediği gerçeğini örtmeye yeteceğinden fazla kapatmaz” diyerek yaklaşıyor. Zagor’un çok sayıda ülkenin sürüyle farklı kuşağı tarafından her dönemde aynı heyecanla okunması, bu kurgu gemisinin sadece yaldızlı boya ve cilalı pirinçten ibaret olmadığının kanıtı değil midir? |